“Milli Şef” İsmet İnönü’nün imzaladığı ikil anlaşmalarla açılıp Amerika’ya uzanan dikenli aşk yollarında nice siyasal liderler ve İslamcı inanç önderlerinin gelip geçtiğinden söz ediyorduk.
Önceki yazıda Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun, Said-i Nursi’nin, Necip Fazıl’ın Amerika’ya aşklarından dem vurmuştuk.
Sonraki dönemlerde iktidara gelen üniformalı üniformasız sağcı liderler, cüppeli cüppesiz şeyhler evliyalar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Recep Tayyip Erdoğan, Said-i Nursi, Necip Fazıl, Fetullah Gülen, Amerikan yönetiminin “Bizim çocuklar” diye sırtlarını sıvazladığı askerler, Başbuğ Türkeş ve daha niceleri... Amerika’ya aşk destanı yazmakta birbirleriyle yarıştılar, Menderes’i, Said-i Nursi’yi, Necip Fazıl’ı aratmadılar...
***
MORRİSON SÜLEYMAN
Süleyman Demirel, 1950’lerde Menderes döneminde ‘Eisenhower bursu’ ile ABD’de okudu; 1960’lı yılların ilk yarısında, ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson (Kennedy öldürüldükten sonra başkan) ile çekilmiş fotoğrafıyla siyaset sahnesine adımını attı. Siyasete atılmadan önce Amerikan mühendislik müteahhitlik şirketi Morrison Knudsen’in Türkiye temsilcisiydi; buna atfen, muhalifleri tarafından (Amerikancılığını vurgulamak için) Morrison Süleyman lakabıyla adlandırıldı. Diğer bir lakabı Çoban Sülü idi; “Baba” diyeni de vardı.
Süleyman Demirel ilk Başbakanlık yıllarında ABD emperyalizminin Türkiye’deki askeri varlığını “Üs yok tesis var” demagojisiyle sahiplendi; ama 1975 yılında ABD askeri ambargo uygulayınca Türkiye’deki üs ve tesislerin tamamını ABD’nin kullanımına kapattı; sadece İncirlik üssünü NATO’nun kullanımına açık bıraktı. NATO ile ABD arasında ne fark vardıysa artık…
Hakkaniyetle söylemek gerekirse, Amerika’ya Menderes kadar meftun değildi; Türk sağının liderleri arasında ABD’ye en mesafeli olanıydı, Amerika’yı değil Amerikan değerlerini savunduğunu söylüyordu. Amerikancıydı ama, Amerikancı olduğunun söylenmesine çok öfkeleniyordu. Netekim ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, 2008 yılında Ankara’da, “Dostlar arasında Türk-Amerikan Diplomatik İlişkileri 1923-2007” konulu bir sergi düzenlemişti. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan ve duvara monte edilen fotoğrafların birinde Morrison Süleyman da vardır. Fotoğrafın altında şöyle yazılıdır: “ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı onuruna düzenlenen törende Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ile Süleyman Demirel birlikte. (28 Ağustos 1962). O tarihte Morrison Knudsen mühendislik firmasında çalışan Demirel daha sonra Morrison Süleyman takma adıyla anılmıştır.”
Süleyman Demirel, bu fotoğrafı görünce… serginin açılışını beklemeden salonu terk eder. Devirdikleri çamın farkına varan Büyükelçilik görevlileri de fotoğrafı sergiden kaldırırlar.
Dediğimiz gibi, Amerika’ya dikenli aşk yollarının en az gönüllü yolcusuydu. Nitekim, ABD’nin “Bizim çocuklar” söylemiyle sırtlarını sıvazladığı üniformalılar tarafından iki kez devrildi. İlkinde 1971’de “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” söylemiyle tarihe geçen Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve suç ortakları tarafından, ikincisinde 1980 yılında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve şerikleri tarafından... Her devrilişinde sağdan merkeze yaklaştı; 1990’lı yıllarda tekrar Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı oldu. Bir kere daha devrilecekti ki, merkezin soluna geçmesin diye devrilmediği rivayet edilir!!!
***
PRESİDENT BUSH’UN TONTON KANKASI
Turgut Özal, Süleyman Demirel’in çırağı bilinir; Türkiye’de vahşi kapitalizmin manifestosu sayılan ve darbe yapılarak uygulanabilen 24 Ocak 1980 kararlarının gerçek mimarıdır. Malum, boynuz kulağı, çırak ustayı geçer. Süleyman Demirel ABD güdümlü 12 Eylül faşistleri tarafından siyaset sahnesi dışına itilince, merkez sağda oluşan boşluğu Turgut Özal doldurdu. Eni boyuna müsavi bir homosapiens idi; bu uyuma atfen, soldan dönme liberaller tarafından, tonton diye lakaplandırıldı.
Özal’ın Amerika aşkı, köle ruhlularda rastlanabilecek karşılıksız bir sadakat idi. Tek taraflı sadakat uğruna yapmayacağı şey yoktu. Nitekim, 1950’lerde mihmandarlık ettiği Amerikan heyetine İzmir genelevini gezdirirken yaşananlar Sakıp Sabancı’nın kitabına bile konu olmuştur. Sabancı’nın anlattığına göre, genelev gezisi sırasında bir yankesici Amerikan heyetini çarpar. Cüzdanı çalınan kişi, heyetin başkanıdır. “Turgut Özal hiç tereddüt etmeden kaçan hırsızın peşine düşüyor. Hırsız, genelevin duvarından atlarken Turgut Özal bacağından çekip adamı altına alıyor. Ağzını burnunu dağıtıyor. Cüzdanı da elinden alıp Amerikalı’ya veriyor. İş bu kadarla kalsa iyi. Genelev polisi, hırsızı yakaladıktan sonra ‘Zabıt tutacağız’ diyerek Amerikalılar’ı ve Turgut Özal’ı karakola götürüyor. Gazetecilere haber veriliyor, gazeteciler karakola hücum ediyor... Ertesi sabah erkenden Teoman Baykal’ın evinin kapısı çalınıyor. Kapıda Semra Özal... Elindeki gazeteyi uzatarak, ‘Şimdi bu çocuk ne olacak? Babasız mı büyüyecek?’ der... Emel Baykal bakıyor, gazetenin birinci sayfasının tam göbeğinde kocaman bir resim. Resmin başında iri harflerle ‘Amerikan Yardım Heyeti İzmir Genelevi’nde soyuldu’ yazısı var. Resimde en ortada Özal, iki yanında üçer Amerikalı, elleri kelepçeli soyguncu da Turgut Özal ile Amerikalı’nın arasından başını uzatmış, sırıtarak gazete fotoğrafçısına poz veriyor.” (Sakıp Sabancı’dan aktaran Milliyet, 28 Kasım 2000)
***
CORÇ VE TARGIT
Birbirlerine küçük adlarıyla hitap ettikleri, 1990 yılında Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan süreçte ortaya çıktı. George, aslında göz yumduğu bu işgali bahane ederek, Irak’ı işgal etmeyi kararlaştırdı. Bunu duyan Targıt, Irak’ı birlikte işgal etme hevesine kapıldı; George’u razı etmek için BM kararını bile beklemeden Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapattı. Aklınca bir koyup üç alacaktı; bir koyup üç almayı dış politikanın amentüsü haline getirmişti. Turgut Özal’ın buna benzer başka aforizmaları da vardı. Fakir fukaradan oy isterken “Ben zengini severim” diyecek kadar açık sözlüydü. Geçim sıkıntısından yakınan memura da “Benim memurum işini bilir” diyerek yol gösteriyordu.
Bir koyup üç alma hayaliyle Irak’ı işgal günahına ortaklık projesi, TBMM ve askeri bürokrasi engeline takıldı. Bir koyan Targıt üç alamadığı gibi eldeki üçün birinden de oldu, Türkiye boru hattı gelirini yitirdi; Saddam’ın zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan yarım milyon Iraklı’yı misafir etmek, Huzur Harekâtı-Çekiç Güç adı altında Amerikan askerini Türkiye’nin başına musallat etmek de cabası.
Adana İncirlik’te konuşlanan Çekiç Güç’ün resmi misyonu, (Güney Kürdistan) Kuzey Irak Kürtlerini Saddam’ın zulmünden korumak idi. Gerçek misyonu ise, Kuzey Irak’ın Irak Bölgesel Kürt Yönetimi adıyla devletleşmesini himaye etmekti. Oysa Kürdistan diye bir devletin kurulması Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi, savaş nedeniydi. Türkiye Çekiç Güç’e ev sahipliği yaparak kırmızı çizgisini bizzat silmişti. Dahası, bağımsızlık yolunda ilerleyen Güney Kürdistan’ın altyapısını da 1200 dolayında Türk firması inşa etti. Firmalar arasında, Kürdistan’ı tatbikat alanı haline getiren silahlı bürokrasinin holdingi OYAK’ın firmaları da vardı. Dahanın da dahası, Çekiç Güç’ün PKK’ye de havadan malzeme ikmali yaptığı daha 1992 yılı Ocak ayında ortaya çıkmıştı. Bu sürecin mimarlarının en başında President Bush’un “tonton” kankası Turgut Özal vardı.
Sadede gelelim. Corç gerçekten de Targıt’ın kankası mıydı? Sorunun yanıtı daha Özal’ın sağlığında alınmıştı. 1991 seçimleri öncesinde Türkiye’yi ziyaret eden President Bush, muhalefetteki Süleyman Demirel’e (yani Morrison Sülü’ye) şunu söylemişti: “Araştırmalarımız seçimden birinci parti olarak çıkacağınızı ve sizin Başbakan olacağınızı gösteriyor. Sizinle verimli bir çalışma içinde olacağımızı düşünüyorum. Bir hususu bilmenizi isterim... Bizim Özal ile olan hukukumuz ve ilişkimiz bulunduğu konumdan dolayıdır.” (Aktaran Yavuz Donat, Sabah, 19 Aralık 2017.)
George, Targıt ile yakınlığının kankalıktan, yani O’nun kara kaşından kara gözünden değil, bulunduğu konumdan geldiğini söyleyecek kadar açık sözlüydü. Turgut Özal 1993 yılında öldü; cenazesinin kaldırılacağı gün, George Bush Ortadoğu gezisindeydi, üç beş saatini ayırıp kankasının cenaze törenine katılmaya tenezzül etmedi, kuru bir başsağlığı mesajıyla yetindi.
***
“Türk sağının ve İslam’ın Amerika aşkı” dizimiz, “Beyaz Saray’da görücüye çıkan sarışın güzel kadın” bölümüyle devam edecek.
Yazarın Dİğer Yazıları
Siyasi yalanın Soylusundan soysuzuna
23 Haziran 2022Yalancının Ampülü Yatsıdan Sonra Da Yanıyor
17 Haziran 2022Ukrayna: İnsanlık Vahşetle Sınanıyor
25 Mart 2022Vatan Uğruna Ölündüğü Sanılır, Sanayiciler Uğruna Ölünür
17 Mart 2022Rusya'nın Ukrayna'yı İşgaline Hayır
26 Şubat 2022Yedisinden Yetmişe Erdoğan
1 Şubat 2022Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi'den Bugüne Medya
31 Ocak 2022Adem'in Cehaleti ya da Öküz Altında Buzağı Aramak
26 Ocak 2022Sahte Adnan Menderes Mektubu
20 Ocak 2022Şahsım'ın Büyükelçiler Blöfü
27 Ekim 2021Bahçeli Devlet'in Hikmeti
7 Ekim 2021Şam'da Zafer Namazı ve Kabil Kayyımlığı Rüyalarından Hayal Kırıklığına
28 Eylül 202112 Eylül Yargısından Ak Yargıya
21 Eylül 2021Erdoğan bir süredir 'Eski Türkiye yok' diyor ya, ben de aynı kanıdayım.
23 Temmuz 202115 Temmuz Hamaseti
17 Temmuz 2021İşsiz Sayısı Artıyor, İşsizlik Oranı Düşüyor!
12 Mayıs 2021TSK Cemaat, Parti veya Şahsım Ordusu Olmamalıdır!
1 Nisan 2021Tayyip'in Evdeki Hesabı Çarşıya Uyar mı?
20 Mart 2021Düzenin Muteber Katilleri
15 Mart 2021Gare Faciası
27 Şubat 2021Kayıp Damat, Mahpus Prenses, Firari Valide Sultan
21 Şubat 2021Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı İstifa Ettiler!
16 Şubat 2021Aşağı Bakmayanlara Selam Olsun!
7 Şubat 2021Boğaziçi'nde Kâbe Makyavelizmi
3 Şubat 2021Darağacında Bile Asaleti Elden Bırakmadılar
29 Ocak 2021Salgın Günlerinde 'Haşere' İtlafı
22 Ocak 2021Hrant'ın Katilleri ve Dostları
19 Ocak 2021Eksik Söyledin Fikri Sağlar
7 Ocak 2021Belbuka Karakoluna Masa Sandalye Alalım!
4 Ocak 2021Türkçe Kürtçe lanetli midir? Anadilde ibadet günah mıdır?
28 Aralık 2020Çıplak Aramanın Tüzüğü
24 Aralık 2020Damat Berat Nerede ?
22 Aralık 2020'Hayata Dönüş' Katliamı
19 Aralık 2020Tank Palet'in Altında Ezilen Ahlak
10 Aralık 2020Millet İttifakı'na Operasyon
20 Kasım 2020Trump'ın Ardından Ağlayalım mı?
15 Kasım 2020Biden Kazandı Diye Bayram Edelim mi?
8 Kasım 2020Uğurlar Olsun Erbil Ağabey
7 Eylül 2020Hangisi vatansever? Vahdettin mi, Atatürk mü?
20 Mayıs 2020Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesinin simgeleri
7 Mayıs 2020Başkasının Acısına Bakmak
27 Nisan 2020Siyaset Kırkpınarında Başaltı Güreşi
17 Nisan 2020Nasıl Güzel Bir İnsan Yitirmişiz
5 Nisan 2020Galiba sürü bağışıklığı politikasının denekleriyiz
2 Nisan 2020Korona ile Mücadelede iktidara güvenmeli miyiz?
25 Mart 2020Corona ile mücadele bahane, felaketi fırsata çevirme şahane
20 Mart 2020'Mehmetçik' gazeteciden 'Mümin' gazeteciye SETA andıcının analizi
8 Ağustos 2019Kanlı Pazar'ın provokatörü Mehmet Şevket Eygi'nin ardından
20 Temmuz 2019Deniz Gezmiş terörist miydi?
14 Temmuz 2019Esra ile Berat'ın düğünü
24 Haziran 2019Erdoğan'ın arkasında 'eşşek' gibi saf tutmak
14 Haziran 2019Elitist faşizmden lümpen faşizme
28 Nisan 2019Beka meselesi değil, Kürt meselesi
31 Mart 2019Yeni Zelanda katliamı da mı Allah'ın lütfu?
20 Mart 2019Bangır bangır ezan terörizmi
18 Mart 2019Tunç Soyer'in babası zalim, ya Erdoğan'ın ataları?
1 Mart 2019Ekonomi Tıkırında!
21 Şubat 2019Cumhuriyet ordusu'ndan NATO ordusuna
13 Şubat 2019Türk sağının ve İslam'ın Maduro aşkı
2 Şubat 201912 Eylül darbesini kimin çocukları yaptı?
18 Ocak 2019Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş başkanı Erdoğan
28 Aralık 2018Beyaz Saray'da Görücüye Çıkan Sarışın Güzel Kadın
8 Aralık 2018Türk Sağının ve İslam'ın Amerika Aşkı
21 Ekim 2018Maganda politik
20 Eylül 2018Oyum Tayyip'e!
20 Haziran 2018Seçimler, Sosyalistler ve HDP
25 Mayıs 2018Vicdan yoksulu siyaset ve yargı
12 Mayıs 2018Türklük Sözleşmesinin güncel krizi
16 Nisan 2018Kürt rüyası
19 Mart 2018Şehidimiz fakirdendi..
14 Şubat 2018Afrin Afrin
5 Şubat 2018Diyanet'in çocuk gelinleri ve dinden özgürleşmek
11 Ocak 2018İç Savaş fermanına karşı direnme hakkı
3 Ocak 2018Tayyip Erdoğan'ın Filistin şovu
23 Aralık 2017Delilsiz Hükümlerle Asılanlar
14 Aralık 2017Hızlandırılmış zabit eğitimi reformu
6 Aralık 2017Fahişeler ve gazeteciler
29 Kasım 2017Atatürkçü Tayyip'ten marksist Tayyip'e!
17 Kasım 2017Devrimlerin Devrimi
9 Kasım 2017