Erdoğan ve AKP'nin kurduğu düzende "kadının adı yok." Erdoğan'ın, ısrarla kadın yerine anne sözünü kullanması bu bilincin dışavurumudur. Kadının görevi nice erdoğanlara annelik etmektir, o kadar.
Hadi gel de anlat.. Karamızah midir, trajedi midir, nedir bu hal? Nasıl bir akıl tutulması bu? Sanki keyf için bedenlerinin bir parçasını kazıtan, canını yakan mazoşist kadınlar varmış.. Sanki birileri çıkıp "haydi kadınlar kürtaja" diye bir kampanya başlatmış da başbakanımızın kafası atmış birden. Patlatmış lafı. "Her kürtaj bir Uludere'dir, kürtaj bir cinayettir"
Uludere'ye vicdanları sızlamayan, beş aydır sorumluların ortaya çıkması için ses çıkarmayanlar, doğmamış çocuklara agit yaktılar. Kadının temel insan haklarını Uludere/Roboski katliamı ile eş gören bu sözlerin ardından sanki bir bent daha yıkıldı. Göz yaşı sel olup aktı, "insanı" bir patlama yaşandı adeta.
Kürtaja karşı duyarlılık devşirme çakallığı
Oradan buradan duyarlılık devşirme, dram çıkarma ve nihayet rant toplama çakallığına başladılar. Ana rahmindeki doğmamış bebeğin annesine yazdığı mektubunu okudu ekranda Ilıcak hanım, gözyaşları içinde.. Cenin (döllenmiş yumurta), kolları, ayakları belirmeye başladığı günler sevincini yazıyordu annesine. Sözlerini tamamlayamdi hıçkırıklara boğulup.
Nazlı hanımın bu derin duyarlılığından etkilenenler, ‘erkeğin her boşalması da bir soykırımdır, kadınların adet görmesi de kesinlikle yasaklanmalı, spermlerin, yumurtaların telef olması önlenmeli' demişler midir? "Bu ülkede her sorunun, kurtajın bile sorumlusu benim" diyen sayın Başbakan'ın acilen bu soruna da bir çözüm bulmasını talep etmişler midir. Bilemiyorum. Ama Nazlı Hanım'ın, doğmuş, bilinçli bir varlık, bir kişilik halini almış ve cep harçlığı çıkarmak için "kaçağa" gidip sınırı katırlarla geçtikleri Uludere'de bombalarla kolları, bacakları kopan 14-17 yasındaki çocuklar için de gözyayası döküp dökmediğini merak ediyorum.
Hamile bir kadına karşı işlenen suçu, iki bireye uygulanmış saysanız ya
Meğer iktidar partisinin sözcüleri ne derin insanı bir öz taşıyorlarmış içlerinde. ne kadar yalnış tanımışız onları. açıklamaları okuyan kürtaj yapmış kadınlar, aynada kendi yüzlerine baktığında bir katili görmüş olmalılar herhalde..
TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı AKP Ankara Milletvekili Cevdet Erdol, çocuk tanımının 0-18 yerine eksi 1 ila 18 şeklinde yeniden tarif edilmesi için UNICEF ve Dünya Sağlık Örgütü'ne resmi başvuruda bulundu. Ensest ve tecavüz halinde kadının durumu ne olacak? sorusuna şu yanıtı verdi: "'Suçu işleyene verin cezayı, bana niye ceza veriyorsunuz?' diye ağzı olsa konuşsa, biz ne yanıt vereceğiz? Bebeği daha oluşmadan bu kadar yüceltirken yaşayan anneyi hiçe saymak, bu ağır karara mahkum etmek doğru mu? Cevap: Mantığım diyor ki anne adayını o psikolojiden kurtarmak için cezalandırılan çocuğun suçu ne?"(1)
O zaman "kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer" diyen Medeni kanunu da değiştirmeli (madde 28). Hamile bir kadına karşı işlenen bir suç, iki bireye uygulanmış sayılmalı. Kişi başına düşen gelir hesaplanırken anne karnındaki çocuklar da hesaplanmalı.. Doğum iznini bile zor veren bu devlet bunları yapar mı dersiniz? İki yıl önce Başbakan Erdoğan'ın rektörlerle düzenlediği toplantıyı protesto eden öğrencilere polisin müdahalesi sırasında, 19 yasındaki E.O.'nun tekmeler yüzünden karnındaki 2 aylık bebeğini kaybettiğini, buna benzer örneklerin çokluğunu hatırlarsak, dertlerinin hiç de bu olmadığı kesindir. Daha bir kaç ay önce Medyada "taş atan çocuklar" olarak adlandırılan ve gözaltına alınıp tutuklanan Kürt çocukların (Pozantı cezaevinde) cinsel taciz ve tecavüze maruz kaldıklarını ve bu tecavüz vahşetini aydınlattıkları için gazetecilerin KCK davasından tutuklandıklarını da hatırlatalım.
Her çakallığa katkı sunmayı adet edinen mümtaz kişilik M.İ. Gökçek durur mu. O da yalan bilgilerle veryansın etmiş kadınlara: "Sağlık Bakanlığı geçen günlerde bir açıklama yaptı. Yılda 100 bin kürtaj yapıldığını söyledi. Bu ne demek? Yılda 100 bin cinayet işleniyor. Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün! Diyorlar ki beden benim istediğimi yaparım. Ee can kimin Allah'ın değil mi? Allah'ın verdiği canı sen nasıl alabilirsin? (2)
Demek ki neymiş, hangi şartlar altında olursa olsun, tecavüze uğramış, ensest bir ilişkiye de zorlanmış olsa, suçlu hamile kalan kadındır.
Böyle olsa da doğuracak! Kadının psikolojisiymiş, yaşadığı travmaymış, bunlar entel-dantel gevezelikleri.. Ve can senin rahminde ete kemiğe bürünüyorsa da sana ait değildir. Allah adına onun koruycusu da, sahibi de onun yeryüzündeki temsilcisi devlettir.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise, "Kürtaj 12 Eylül yasasıdır, tekrar söylüyorum, kürtaj 12 Eylül darbe yasasıyla oldu-bittiye getirilmiştir" diye çırpınıp durdu. Kurtajın bir faşist uygulama olduğunu ima etmeye çalsiyor. Peki, yüzde-10 seçim barajı kimin uygulaması, din derslerini kim zorunlu kıldı? Liste uzatılabilir. Desene bakalım onlara da 12 Eylül yasası. Ancak madem ki Akdağ bize faşizimi hatırlatıyor, biz de Nazi Almanyasına bakalım.. Çünkü bu muhteremlerin pratiklerine benzer örnekler bulmak için artık 12 Eylül gibi tepeden gelen bir faşizm yetmez.
Naziler ve Kürtaj ve de Erdoğan
Hitler rejimi, iktidarının üçüncü ayında, Mayıs 1933'te daha önce büyük mücadeleler sonucu kazanılmış ‘kürtaj hakkını' geri almak için hemen, hem kürtaj hem de ‘kürtaja yönelik hizmet sunmak, kürtaj malzemesi satmak ve kürtaj yöntemleri hakkında bilgi vermek' yasaklandı. 1943'te, ortalığı kıyamete çevirdikleri sırada, Naziler, kürtajla ilgili yeni bir düzenlemeye gitti. 30 Mart 1943 tarihli bu yasa, her halükarda kürtaj olan kadını ‘suçlu' görüyor ve kadına hapis cezası getiriyordu. Kadına getirilen ceza ağırlaştırılmış hapis cezasına kadar varıyor ancak yasanın bir maddesi faşizmde ‘özel alanın' olamayacağını, özel alanın bambaşka bir şey olduğunu hatırlatıyor. Yasa maddesi aynen şöyle diyor: "Suçlu, bu yolla Alman milletinin canlılığını sürekli engellerse ölüm cezasına çarptırılır" Yani, "birden fazla kez kürtaj olan kadın, Alman varlığına sistemli bir biçimde zarar verdiği için öldürülecek!"(3)
Can kime aittir, Alman milletine. Alman milleti adına karar verenler onun koruyucusu ve sahibidir.
Nazilerin bu politikasını işbirlikçileri Pétain rejimi, Fransa'da daha ileri götürdü. Faşist rejim 1942 yılında kurtajı "Devlete karşı işlenen suçlar" kapsamında değerlendirdi. Hatta 1943'de, kürtaj yapmakla suçlanan bir kadın, giyotinle idam edilmişti.
Şimdi buradan dönelim Erdoğan'ın gerekçesine. Ne diyordu?
AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi'nde yaptığı konuşmada, "Sezaryen doğumla 2 çocuktan fazla olmaz." diyerek sezeryanla doğuma karşı çıktı. Aile planlaması gibi kampanyaları hatırlatarak "Bunların planlı yapıldığını biliyorum ve bunun, ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde durduruluyor. Kurtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir diyorum'' dedi. (4)
Bir takım güçler, "Türk milletinin canlılığını sürekli engelleyerek", pardon, Türkiye'nin büyümesini genç ve dinamik bir nüfusa sahip olmasını engellemek için "sinsi planlar" yapmış meğer. Temalar ne kadar benzer değil mi? Erdoğan'ın kürtajla Uludere katliamını eşleştirmesi Katolik kilisesinin kürtaj karşısındaki tutumundan farklı değil. 1991 yılında Papa II. Jean Paul Polonya'ya yaptığı ziyaret sırasında havaalanında yaptığı konuşmada kürtajla, Nazilerin Yahudi soykırımını karşılaştırarak şöyle demişti: "İnsan acımasızlığının kurbanlarının mezarlarına yüzyılımızda yeni mezarlar ekleniyor: doğmadan öldürülen çocukların mezarları." (5)
"Kadının adı yok"
Katliamlarla, soykırımla kurtajı eşleştirmek, insanı bir duyguyu yansıtıyor olabilir mi? Yetişkin, bireysel bir varlık olan insanla henüz bedensel olarak bile oluşmamış 2 aylık bir embriyoyu aynı düzeye taşımak? Kürtaj yasaklandığında, kadın ölümlerinin artacak olmasını bile bile! Çünkü kurtajın yeraltına inmesine sebep olacak bu yasak. Bir yandan kadına yönelik şiddeti, tecavüzleri, ensest ilişkiye zorlanmayı artıran sosyo-ekonomik ve kütürel politikaları uygulayacaksın, öte yandan bu kadınlar için kapıları kapatacak, intiharı bir seçenek haline getireceksin. Gökçek'in "anası kendini öldürsün" dediği bu olsa gerek. Parası, imkanları olanlar yurtdışına çıkıp kürtaj olup dönecekler ama böyle bir imkanı olmayan birçok kadın ve genç kız ehil olmayan, steril, hijyenik olmayan, tıbbın ulaşım alanının dışındaki yerlere gidecekler. Ya canlarından olacaklar, ya da ömür boyu çekecekleri fiziksel rahatsızlıklar kalacak onlarda.
Bunlar yaşam tarzına, özel hayata karışmıyacaklardı. Başı açık da kapalı da birdi.. Şimdi olan nedir? Sezaryan'a, kürtaja karşıyım demek ve yasaklamak için yasa hazırlığına girişmek? Bir kadının nasıl doğuracağına karar vermeye kalkışmak, onun bedenine tahakküm kurmanın ötesinde, yarın onun nasıl giyineceğine, nasıl davranacağına da karışmak demektir. Bu, kadınların sahip oldukları bütün sosyal ve siyasal hakları yoketmenin ilk adımı demektir. Bu gidişle, İran'daki gibi, kadın giyimini kontrol eden türban muhafızları da görünür olacak sokaklarda. Türban özgürlüğü için mücadele etmiş kadınlar kurtulacak mı bundan? Sizler artık birer folluksunuz, türbanı ideolojik simge haline getirip, sizleri siyasallaştırıp kendi iktidarlarının manivelası yapan erkeklerin gözünde. Eğer bütün kadınlara yönelik baskılara karşı çıkmazsanız, kimliksizleşmek ve köleleşmek için mücadele etmişsiniz demektir. Çünkü Erdoğan ve AKP'nin kurduğu düzende -rahmetli Duygu Asena'nın söylemiyle- "kadının adı yok." Erdoğan'ın, ısrarla kadın yerine anne sözünü kullanması bu bilincin dışavurumudur. Kadının görevi nice erdoğanlara annelik etmektir, o kadar.
Faşizmin biyopolitiği
İnsan yaşamının gittikçe egemen siyasetin tektipleştirici kalıplarına tabi hale gelmesini, Foucault, biyopolitika olarak tanımlar. Ona göre binlerce yıl boyunca insan, modern dünyanın dinamikleri içinde tam da siyaseti belirleme kapasitesine sahip olmuşken, bir anda kendisini dışsal bir yönetimin gücüne bağlayarak kendi benliğini nesneleştirmiştir. düşünebilen bireysel varlık olarak insanın kendi yaşamı ve biyolojik işleyişi üzerinde karar verebilme, davranış oluşturabilme hakkı iktidarın insan yaşamına müdahalesiyle karşı karşıyadır. Nazi Almanya´sındaki (üstün insan ırkına yönelik) ojenik uygulamaları, modern egemen iktidarın kişinin bedenine direk müdahalesinin en açık ve en uç örneklerinden biridir. Nazilerin bu uygulamaları, insanı bir soruna getirilen bir çözüm kılığında egemen iktidarın çıplak hayat üzerindeki hükümranlığını kurmanın biyopolitik bir uygulamasıydı. Naziler bunu millet temelinde yaratılan sınırlı bir politik ortaklığa dayanarak yapıyordu. Günümüz Türkiye'sinde AKP ise, daha da artan teolojik bir bakış açısıyla, insanın kutsallığı fakat bireysel özgürlüğünün yadsınması ve bunun ötesinde doğanın ve diğer canlıların önemsizliği üzerine yapılan güzellemelerle din temeli üzerinde yapıyor. İkisi arasındaki fark sadece bu.
Mızrağın ucundaki "İslam"
Peki bu din gerçekte hangi dindir?
Tarihte burjuva devrimlerine gelinceye kadar, bütün egemen sınıflar dini açıkça, sonrasında ise gerektiğinde bir afyon olarak kullanmışlardır. Dindar değil, dinci ya da din taciri olmuşlardır. Kendi dünya işlerini yürütebilmek için Tanrı'yı kullanmışlardır. Tanrıyı kullandıkları için, Tanrının kulu olarak yetişeceklerin, aslında kendi kulları olacağının bilincindedirler. tıpkı bugün "dindar nesiller" yetiştirmek isteyen ve bunu ezilenlerin ihtiyacı olarak sunanlar gibi. Tanrı onların hem sopası hem de kalkanı olmuştur. Bütün acımasızlıklar, ahlaksızlıklar, katliamlar, milyonların telef olduğu savaşlar, yağmalar hep "Tanrı adına" yapılmıştır. Haçlı Savaşlarından İslam dünyasındaki iktidar kavgalarına kadar bu böyledir. Mekke'nin en zengini ve egemeni Ebu Sufyan'nın oğlu Muaviye, Mekke pleblerini temsil eden Hz Ali'nin halifeliğine karşı çıkarak hileye başvurmaktan ve bunun için Kur'an'I kullanmaktan çekinmemiştir. Sıffin Savaşı'nda yenilmek üzere olan askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını taktırdığı ve böylece Ali'nin ordusunu durdurduğu tarihin kaydettiği bir örnektir.
İşte bunların dini de Muaviye'nin, yani egemenlerin, sultanların, şeyhlerin dinidir. Bunların İslami, Muaviye'nin islamıdır.
1) Vatan, 2 Haziran
2) Vatan, 3 haziran
3) http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/selami-ince/03-06-2012-naziler-kurtaj-yasagi-ve-cocuklar.html
4) 26/05/2012/Radikal
5) http://kadinbedensahnedunya.wordpress.com/2012/05/27/habemus-papam-kurtaj-neden-simdi/
Yazarın Dİğer Yazıları
Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018Türkiye yol Ayrımında
2 Mayıs 2018HDP Kongresi..
11 Şubat 2018CHP kurultayı, faşizm ve savaş
6 Şubat 2018RTE olsa olsa Herkül’üyle henüz karşılaşmayan Cacus olabilir
23 Aralık 2017Ecevit ve Kılıçdaroğlu
15 Haziran 2017Son darbe
17 Nisan 2017Distopya*: Evet çıkarsa ne olocak?
12 Nisan 2017Ey Fravun'a iman edenler!
25 Aralık 2016Efendisiz-vesayetsiz-demokratik cumhuriyet için Kurucu Meclis
10 Ağustos 2016'Uzun Bıçaklar Gecesi' ve İç savaş provası
18 Temmuz 201614 Haziran 2016
Diktatörlüğe karşı Halk Devrimi
25 Nisan 2016'Devrim ve karşı-devrim'
18 Ocak 2016Nuray Mert ve ‘Faydalı salaklık’
11 Ocak 2016'Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’
31 Ekim 2015Bir de kalkmış herkesi 'sağduyulu olmaya davet' ediyor..
10 Ekim 2015Asıl Şerefsizler kimlerdir, halka, devrimcilere ve demokratlara karşı nasıl savaşırlar
9 Ağustos 2015’Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere’
23 Temmuz 2015Dilipak: Cinsel olarak tahrik ediliyoruz / Eşcinselliği Osmanlıyı geri getirmek isteyenler kışkırtıyor
4 Temmuz 2015Kendi tanrısına bile ihanet eden adam..
6 Haziran 2015AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP
5 Ocak 2015Erdoğan ve AKP, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuna el koyacak..
15 Aralık 2014Ya Kobane ya barbarlık!
14 Ekim 2014Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir
25 Temmuz 2014CHP’nin BOP’un resterasyonuyla uyumlu stratejisi
26 Haziran 2014'Yeni Türkiye' Soma madeninin altında kaldı..
2 Haziran 2014BDP/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi Için ne diyor?
6 Nisan 2014En uzun gün ve olasılıklar
30 Mart 2014HDP, CHP'nin oylarını mı bölüyor?
27 Mart 2014İsyanın adı Berkin-
12 Mart 2014'Paralel devletler', koku-tutulması ve devrimci kopuş
19 Ocak 2014Devlet ikiye mi bölündü yani?
17 Aralık 2013Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
15 Aralık 2013Erdoğan-Barzani ittifakı: 'İslam' kardeşliği
17 Kasım 2013Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla devletin linç girişimi!!
7 Eylül 2013'Kimyalı' mı 'Kimyasız' mı?
30 Ağustos 2013Başka coğrafyanın çocukları: Rojavalı çocuklar
6 Ağustos 2013Muhalefet, Direnişin açtığı yoldan yürümeli, anayasa görüşmelerinden çekilmelidir
16 Temmuz 2013Yanıyor insanlık hâlâ!
1 Temmuz 201325 Haziran 2013
Belli ki, geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz!
15 Haziran 2013'Bir kaç çapulcu' kim?
2 Haziran 2013İlle de Roboski!!!
6 Ocak 2013'Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz' demek, laikliğin tasfiye ilanıdır
3 Aralık 2012Cumartesi.. Cumartesi..
25 Kasım 2012Ruhu alçalan toplum
29 Ekim 2012Tezkere provokasyonu
4 Ekim 2012Alçaklığın dayanılmaz irtifası..
24 Ağustos 2012Aygün neden kaçırıldı?
13 Ağustos 2012Savaş kışkırtıcılığı suçtur!
23 Temmuz 2012CHP Kurultayı ve Devrimci Cumhuriyet
16 Temmuz 2012'Ceddin deden, neslin baban..'
19 Mayıs 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme -Faşizm yargılıyor
17 Nisan 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme
16 Nisan 2012Bu başbakan kimin başbakanı?
14 Mart 2012Devlet iktidarının yeniden paylaşım savaşı
14 Şubat 2012Dersim, CHP ve Faşizm
29 Aralık 2011Kürt sorununda 'Osmanlı'da oyun çok'
27 Ekim 2011Adını siz koyun..!
8 Ekim 2011“Laiklik kesinlikle ateizm değildir” Öylemi?
27 Eylül 201190’nında devrimci delikanlı*
18 Ağustos 2011Yanıyor insanlık hala!
3 Temmuz 2011Türkiye Dönüm Noktasında
31 Mayıs 2011