Öznel müdahalenin öncelikle yönelmesi gereken hedeflerden biri, bütün hareketlerde, ama özellikle emek hareketinde emekçi demokrasisini (proleter demokrasiyi) örgütlemek yerine kendi grupsal iktidarını örgütleme anlayışıdır. Bunun devrimci Marksizmle bir alakası yoktur. Bu gericiliktir.
Ferdinand de Saussure paradigmayı, benzer özellikteki öğelerin bir sınıfı anlamında kullandı. Yani birbiriyle antagonist ilişkide olmayan, özdeş ögelerin birliği anlamında. Bir model ya da kuramsal çerçeve anlamında olduğu gibi, genel olarak dünya görüşü anlamında da kullanılır.
Kavramı asıl popülerleştiren Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eseri ile Thomas Khun’dur. Kuhn’a göre paradigma, bir bilim alanını belli bir dönem yöneten ve kuramsal çerçevesini şekillendiren hakim görüştür. Uzun süre fizik alanında hakim olan ve evrenin yalnızca kendi tasarladığı türde bir çatı altında anlaşılabileceği iddiasında olan Newtoncu dünya görüşü gibi. Bu paradigma içinde çalışan bilim insanları söz konusu çatıyı daha belirginleştirmek, Newton kuramları ile doğa arasındaki uyumu daha da kesinleştirmek amacındaydılar.
Fakat paradigma kavramının siyasal literatüre girmesi Khun’un bilimsel gelişme ile siyasal devrim arasında koşutluk kurmasından kaynaklanıyor. Bu koşutluğu şöyle ifade ediyor: “siyasi devrimleri başlatan etken, var olan kurumların, bir ölçüde zaten kendi eserleri olan ortamın sorunları karşısında giderek yetersiz kaldıklarının artan ölçüde hissedilir hale gelmesidir (..) Bilimsel devrimler de, buna çok benzer bir şekilde, yani, eldeki paradigmanın araştırmayı zaten kendisinin odaklanmış olduğu bir doğa parçasını incelemek için gerekli işlevi artık yapamadığının artan ölçüde hissedilmesiyle başlar.(..) Gerek siyasi gerek bilimsel gelişmede devrimin ön koşulu, düzenin bunalıma varan ölçüde işlerliğini yitirdiğini haber veren belirtilerin algılanmasıdır.”(1) Böylece devrimci bir sıçrama ile gerçekleşen paradigma değişimi, fonksiyonelliği daha yüksek olan yeni bir bilimsel programa, dünya merkezli Batlamyusçu sistemden güneş merkezli Kopernik sistemine, katı deterministik Newton fiziğinden olasılıkçı determinizme açılan Einstein ve kuantum fiziğine geçiş gibi eski bilim yapma geleneğinin bir yenisiyle değiştirilmesini ifade etmektedir.
***
“Artık iki yüzyıldır dayatılan (asrileşme, muasırlaşma, batılılaşma, çağdaşlaşma, kalkınma, çağ atlama) ve her seferinde yeni bir şeymiş gibi sunulan paradigmanın iflas ettiğini kabullenmeliyiz. Bir şeyi daha kabullenmeliyiz ki, söz konusu paradigmanın dışına çıkmadıkça gerçekten eşitlikçi, demokratik, gönençli, kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplumsal düzen oluşturmamız mümkün olmayacaktır.”(2)
Fikret Başkaya’nın Paradigmanıın İflası adlı kitabındaki bu satırlarını aslında modernizmin temel bir içerimi olan, 20. Yüzyıl Marksizmi tarafından sosyalizmin inşası için kriter olarak alınmış ilerlemeciliğin eleştirisi, ya da Batılı paradigmanın iflasının özgül tezahürü olarak da okumak gerekir. Ne var ki, tariflediği bu İflas’tan karşı-devrimci bir paradigma olarak Siyasal İslam çıktı. İktidar olması ile birlikte, “düşünce” yapısı, “bilim, sanat ve kültür” anlayışı, etik ve ahlaki kuralları, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin anlayışı, devleti ve toplumu yönetme ilkeleri egemen bir paradigma oldu.
Gezi İsyanı aslında paradigma değişiminin devrimci bir seçeneğini potansiyel olarak ortaya koymuştu. Gezi, Türkiye’nin 1905’dir başlıklı yazıda şöyle ifade etmiştim:
“Geziden önce, genel olarak, toplumda var olan çelişkiler, eski anlayışların, çatışan paradigmaların baskısı altındaydı. 1. Katı-determinist modernizm ve 2. Modernizmin özgürlükçü içerimlerini topyekün reddeden Siyasal İslam. İlki genel olarak iflas etmişti, 2’incisi o iflası sömürerek, geçmişe dönük bir ütopyanın (asr-ı saadet’in) tahrifi üzerinden küresel kapitalizme eklemlenerek kendini kurdu. Modernizmin özgürlükçü içerimlerini tümüyle yadsırken, onun (genel olarak Kemalizm diye ifade edilen) pozitvist aklının baskıcı yönlerine karşı -liberalleri yedekleyerek- direniş potansiyellerini ve eğilimini kullandı .
Haziran direnişi işte bu iki paradigmanın sonunu getirdi. Sonunu getirirken 3’üncü bir paradigmanın, alternatifin ipuçlarını da ortaya koydu. Kökleri modernizmde ama onun ufkunu aşan bir paradigmanın. İnsanın doğa ile uyum içinde özgürleşmesidir bu.” (3)
Kabul etmek gerekir ki, Gezi direnişinin esinlediği paradigma, geleceğin o güne vuran şavkı olarak kaldı.
***
Ayasofya ile devam edelim. Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi ve etrafındaki tartışmalar ne anlama geliyor?
İki anlamı var. İlki şöyle. Fatih İstanbul’u fethettti, fethin ve egemenliğinin nişanesi olarak Ayasofya’yı camiye dönüştürdü. Şimdi de Yeni-Osmanlıcılığın, fetihçi siyasetin ve hilafetin geri dönüşünün bir tescili olarak, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde “son Haçlı seferi” Cumhuriyete karşı yeniden fethedildi. İbrahim Karagül’ün Yeni Şafak’ta yayımlanan Ayasofya! Son Haçlı seferi de durduruldu. “Zulüm 1453’te başladı” diyenler için tarih bitti” başlıklı yazısı bu fethi şöyle dile getirdi:
“İstanbul’un fethinin sembolünü Cumhuriyet’in ilk döneminde nasıl müzeye çevirmişlerse, nasıl bunu dayatmışlar ve başarmışlarsa, bugün bu dayatmaların, zorlamaların bittiği gündür. Zafer bizimdir. Yenilgilere mahkûm edildiğimiz son yüz yıl parantezi kapanmıştır.” (4)
İkinci anlamı da kültürel tecavüzdür. Ayasofya kilise olarak yapılmış, Doğu Roma mimarisinin seçkin bir örneği. İslami mimarinin bir ürünü değil. Onun mabedi olarak yapılmamış. Freskleri, mozaikleri kapatarak, İslami motifler, hatlar katarak onu camiye dönüştürmekle ne yapmış olursun? ‘Minareyi çalıp kılıf geçirmek’ deyimini ters bir versiyonu ile ifade edersek, kiliseyi çalıp üzerine minare ilave ederek ve tüyleri kıbleye dönük halılar sererek yani... Onun varlığını, varlığının özünü yok etmiş olmuyorsun, ama tezahüründe bozulma yaratıyorsun. İşte bu tecavüzdür. Tecavüz ve ganimet, fetihçiliğin bir özelliğidir zaten. Sadece İslam’a özgü değil bu. Hristiyanlıkta da var. Haçlı seferlerinde örneği çok. Ayasofya o zaman da Haçlılar tarafından tecavüze uğramış, Katolik kilisesine dönüştürülmüştü.
Bu yeniden-fetih icraati devam ediyor. Resmi Gazete'de yayımlanan kararla, II. Beyazıd tarafından camiye dönüştürülen, Cumhuriyetin müze yaptığı Kariye Manastırı da 75 yıl sonra camiye dönüştürülecek.
Aslında kadına yönelik şiddetin arkasında da bu fetihçilik var. Cumhuriyetin tebaa yerine eşit yurttaşlığı, bireyi geçirmesi, demokrasi ve kadın özgürlüğü mücadeleleri ile kadının görece özgürleşmesi şimdi yeniden tersyüz edilmek isteniyor. Şiddet, taciz, tecavüz ve öldürme ile, cezasızlıkla, kadın, köle konumuna getirilmek üzere yeniden-fethedilmek isteniyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek istemelerinin nedeni de bu yeniden-fetihtir.
İşte Cumhuriyetin kurucusu partinin liderinin ''İtiraz etmeyiz'' dediği, parti-içi muhalefet liderinin de ''Davet gelirse Ayasofya'ya namaza giderim'' şeklindeki ifadesi budur! Fetihçi ideolojinin bütün alanlara sirayet etmesine geçit vermek! Bu, ''paradigmanın iflası''nı geçti. İslamcı paradigmaya aroma katan ''iflas''ın kesif kokusu!
Bu nedir? Sadece dinin değil, fetihçiliğin de kültürün belirleyici bir kaynağı haline getirilmesine destek. Ana muhalefetin, muhalefet kurgusunu Siyasal İslamcı paradigmanın içinde, onun söylemlerine eklemlenerek yapıyor olması. Buna yıllar önce AİHM yargıçlığı yapmış, CHP’den milletvekili olmuş ve tutarlı bir demokrat olarak tanıdığımız Rıza Tüzmen de değinmişti:
“Bugün Türkiye’de bütün muhalefet partileri dahil olmak üzere oyun AKP’nin sahasında oynanıyor. Gündemi, ne yapılacağını o tespit ediyor. Bir kere bu paradigmanın karşısında başka bir yapı inşa etmek, paradigmanın dışına çıkmak, oyunu kendi sahanıza çekmeniz lazım.’’(5)
***
Doğruyu söyleyebilirsiniz. Bilimsel bir temele dayalı, emekçilerin, ezilenlerin taleplerini içeren bir programınız olabilir. Bazen çıkıp “Kürt sorununu çözmeyi vadediyorum” benzeri, rapor yazımına havale etmiş olsanız da, konjonktüre göre şaşırtıcı çıkışlarınız da olabilir.
Fakat önemli ve belirleyici olan, bunları nasıl hangi araçlarla ve mücadele yöntemleriyle hayata geçirmeye çalıştığınızdır.
Gerici paradigmanın söylemleriyle çelişmekten kaçınıyorsanız, o paradigma ile uygunluğun içindesiniz demektir. O zaman bütün iddialarınızın, dayandığınız programın bir anlamı yoktur. İkincisi; bu paradigma bağlamında fetih ve yağmaya yönelik hırslı bir emperyalist siyasetin uygulamaya konduğu ve bunun aşırı bir sömürüyü ve faşist bir devlet biçimini gerektirdiğini görmüyorsunuz, ya da ona seyirci kalıyorsunuz demektir. Üçüncüsü, hegemonya savaşının temel bir unsuru olan faşizme karşı ideolojik mücadele yürütmekten vazgeçtiniz demektir. Sonuçta, pragmatizm adına, bu paradigmanın vesayeti altına giriyorsunuzdur. Kendi öz fikirlerinden, ideolojisinden giderek kopan böyle bir siyaset tarzı, karşı hegemonya kuramaz.
Bu anlayış başka alanlardaki mücadelelerin, örneğin, İstanbul Sözleşmesi bağlamında kadın hareketinin yürüttüğü mücadelenin İslami camiada, AKP içinde yarattığı çelişkileri karşı-hegemonya mücadelesine kapsama, düşman kalesinde açtığı gedikleri genişletme yeteneği de gösteremez, göstermiyor.
***
Ne yazık ki, sosyalistlerin konumu da bundan çok farklı değildir. Devrimciliğin, sosyalistliğin kriteri, rejimin baskılarına karşı tepki göstermek midir yalnızca? Ya da savunduğumuz devrimci programlar tek başına bu kriteri sağlar mı? Daha ötesi, faşizme karşı sadece birleşik mücadeleden söz etmek, ortaya bir yol-yöntem koymaksızın, sola bunun için dıştan çağrı yapmak (Sanki sol o mücadelenin farkında değilmiş gibi) bugüne dek bir farklılık oluşturdu mu? Birleşik mücadele söylemiyle Millet İttifakı’na fiilen eklemlenmek, demokrasi için yeterli midir? Grev özgürlüğü vaad etmeyen bir demokrasi programı nereye kadar desteklenebilir? (*) Eğer sosyalistler, kendileri bir alternatif üretmeden Millet İttifakı’nı desteklemekle yetinirlerse, restorasyona şimdiden eyvallah demiş olmuyorlar mı? Bu “restorasyon”un da radikal İslam’dan Ilımlı İslama rücu etmek olduğu görünen bir olgu olarak ortadadır. (Millet İttifakı’nın henüz resmileşmeyen yeni partnerlerine ve bu partnerlerle uyumu esas alan CHP Kurultayı’nı ve orada Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak tasfiyesini dikkate aldığımızda görünen budur)
Akıldan çok kararlılığa, cüret etmeye ihtiyaç var. Aklı da ortak akıl olarak inşa edecek, daha etkin ve daha devrimci hale getirmek için örgütlenmeye, böylece birleşik iradeyi oluşturmaya ihtiyaç var. Emek hareketinin, kadın hareketinin ve çevre hareketinin birleşik örgütlenmesi gerekmektedir. Sosyalistlerin etkin olduğu alanlar bunlar. Özgül ve özerk alanların birleşik örgütlenmesi-eşgüdümü. Ve burada Emek Cephesi’ni örgütlemeye başlamak en önemli halkadır. Emekçi sınıfın politik hareketini inşa etmek, faşizme karşı rol oynayacak konuma, müdahil hale getirmek sosyalistlerin öncelikli görevidir.
Sosyalistler, egemen paradigmanın dışında politika inşa edebilecek ideoloji, yöntem ve siyaset teorisi açısından toplumun en ileri unsurudur. Meselemizin adı bu koşullarda demokrasi. Ama hangi demokrasi? Hangi demokrasiyi istiyoruz? Biz emekçiler, kent ve kır yoksulları, kadınlar, çevreciler, gençler en geniş demokrasiyi istiyoruz. Emek demokrasisidir bu. Sosyalistlerin demokrasi mücadelesinin temelini bu oluşturur. Böyle bir temel üzerinde yükselen bir siyasi mücadele anlayışı pratiği yoksa siz de, İslami paradigmanın içindesiniz demektir.
Doğrudur, genel olarak sınıfı atalet bastı. Kapitalizmin genişletilmiş yeniden-üretim çerçevesinde nesnel nedenleri var bunun. Ama öznel nedenlerin daha belirleyici olduğunu düşünüyorum. Öznel faktör, yani irade, teori, örgütlenme devreden çıkınca ve bu kadermiş gibi algılanır hale gelince yeni nesnelliğin ürettiği ve durumu değiştirmeye elverişli imkanlar da heba olup gidiyor. Ardından nesnellik yeni olumsuzluklar, engeller üretiyor, onlar öne çıkıyor ve ataleti, yani yenilgiyi, teslimiyeti besliyor, özgüven yoksunluğunu artırıyor.
Lukacs, Marx’ın “teori kitleleri kavrar kavramaz maddesel bir güç haline gelir” sözünü yorumlarken şöyle diyor: “Burada daha önemli olan şey, gerek teoride, gerekse teorinin kitleleri kavrayış tarzında yatan ve teoriyi de, diyalektik yöntemi de devrimin aracı haline getirecek olan momentleri ve belirleyici faktörleri keşfetmenin gerektiğidir.”(6) Kapitalizmin düştüğü krizden devrimci çıkış yolunu bulmak, işçilerin, emekçilerin bu devrimci bilince erişmesi -günümüzün temel sorunu budur. Yine Lukacs’a kulak verelim: “Bu bilinç olmadıkça kriz boyuna sürer gider, çıktığı noktaya geri döner, yaşanan durumu tekrarlar.” (7) Dolayısıyla emekçi sınıflar sistemin yeni var oluş biçimlerine boyun eğmek zorunda kalır.
Öznel müdahale olmadığı için sürekli kendini tekrar eden Durum budur. Öznel müdahalenin öncelikle yönelmesi gereken hedeflerden biri, bütün hareketlerde, ama özellikle emek hareketinde emekçi demokrasisini (proleter demokrasiyi) örgütlemek yerine kendi grupsal iktidarını örgütleme anlayışıdır. Bunun devrimci Marksizmle bir alakası yoktur. Bu gericiliktir. Birleşik mücadele, eğer bir emekçi demokrasisi olarak da örülüyorsa kök salabilir ve kitlelerin kendi-içine itilmiş özgürlük bilinci, politik enerjisi açığa çıkar, bileşke iradesi olarak vücut bulup yükselir.
Anlaşılması gereken şu: işçiler, kadınlar, çevreciler, sosyalistler emek demokrasisi elde etmeye yönelik bir stratejik hat izlemezlerse ve bu iktidar mücadelesini içermiyorsa ne ekmek ne de özgürlük elde edilecektir. İktidarı elde edemeyebilirsiniz, ama anti-faşist mücadeleyi bu anlayış ve kararlılıkla sürdürürseniz, onun itici gücü ile ve onun bir sonucu olarak emekçilerin nispeten denetim mekanizmalarına sahip olduğu bir demokrasi elde edilebilir.
----------------------------
Dipnotlar:
* İki yıl önce yitirdiğimiz Tektaş Ağaoğlu, bir demokrasi için “grev özgürlüğü, özgürlüklerin anasıdır” derdi.
1.Thomas S. Khun, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, s.105 Alan y. 1982
2.Fikret Başkaya, Paradigma’nın İflası, s.13 Maki Basın Yayın, 2006
3.Mehmet Özgen, Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir, 25 temmuz 2014, Politez.com
4.İbrahim Karagül, Yeni Şafak’, 24 Temmuz 2020
5.https://www.evrensel.net/haber/281518/turmen-demokrasi-mucadelesinde-yeni-bir-hamle
6.Gyorgy Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci, s.54, Belge, 1998 7. age, s.149
7. Age, s.149
Yazarın Dİğer Yazıları
Faşizm ve İç Savaş
30 Haziran 2022Devrimci durum ve Emek Cephesi
8 Kasım 2021Kurucu Meclis, Halk ittifakı ve HDP
23 Eylül 2021Mihri Belli’den kalan: Devrimin güncelliği
16 Ağustos 2021Güzel bir insan, kararlı bir devrimci: Şaban Ormanlar
13 Temmuz 2021Faşist MHP Kapatılmalıdır!
4 Temmuz 2021Finale Doğru
26 Nisan 2021Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018Türkiye yol Ayrımında
2 Mayıs 2018HDP Kongresi..
11 Şubat 2018CHP kurultayı, faşizm ve savaş
6 Şubat 2018RTE olsa olsa Herkül’üyle henüz karşılaşmayan Cacus olabilir
23 Aralık 2017Ecevit ve Kılıçdaroğlu
15 Haziran 2017Son darbe
17 Nisan 2017Distopya*: Evet çıkarsa ne olocak?
12 Nisan 2017Ey Fravun'a iman edenler!
25 Aralık 2016Efendisiz-vesayetsiz-demokratik cumhuriyet için Kurucu Meclis
10 Ağustos 2016'Uzun Bıçaklar Gecesi' ve İç savaş provası
18 Temmuz 201614 Haziran 2016
Diktatörlüğe karşı Halk Devrimi
25 Nisan 2016'Devrim ve karşı-devrim'
18 Ocak 2016Nuray Mert ve ‘Faydalı salaklık’
11 Ocak 2016'Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’
31 Ekim 2015Bir de kalkmış herkesi 'sağduyulu olmaya davet' ediyor..
10 Ekim 2015Asıl Şerefsizler kimlerdir, halka, devrimcilere ve demokratlara karşı nasıl savaşırlar
9 Ağustos 2015’Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere’
23 Temmuz 2015Dilipak: Cinsel olarak tahrik ediliyoruz / Eşcinselliği Osmanlıyı geri getirmek isteyenler kışkırtıyor
4 Temmuz 2015Kendi tanrısına bile ihanet eden adam..
6 Haziran 2015AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP
5 Ocak 2015Erdoğan ve AKP, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuna el koyacak..
15 Aralık 2014Ya Kobane ya barbarlık!
14 Ekim 2014Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir
25 Temmuz 2014CHP’nin BOP’un resterasyonuyla uyumlu stratejisi
26 Haziran 2014'Yeni Türkiye' Soma madeninin altında kaldı..
2 Haziran 2014BDP/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi Için ne diyor?
6 Nisan 2014En uzun gün ve olasılıklar
30 Mart 2014HDP, CHP'nin oylarını mı bölüyor?
27 Mart 2014İsyanın adı Berkin-
12 Mart 2014'Paralel devletler', koku-tutulması ve devrimci kopuş
19 Ocak 2014Devlet ikiye mi bölündü yani?
17 Aralık 2013Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
15 Aralık 2013Erdoğan-Barzani ittifakı: 'İslam' kardeşliği
17 Kasım 2013Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla devletin linç girişimi!!
7 Eylül 2013'Kimyalı' mı 'Kimyasız' mı?
30 Ağustos 2013Başka coğrafyanın çocukları: Rojavalı çocuklar
6 Ağustos 2013Muhalefet, Direnişin açtığı yoldan yürümeli, anayasa görüşmelerinden çekilmelidir
16 Temmuz 2013Yanıyor insanlık hâlâ!
1 Temmuz 201325 Haziran 2013
Belli ki, geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz!
15 Haziran 2013'Bir kaç çapulcu' kim?
2 Haziran 2013İlle de Roboski!!!
6 Ocak 2013'Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz' demek, laikliğin tasfiye ilanıdır
3 Aralık 2012Cumartesi.. Cumartesi..
25 Kasım 2012Ruhu alçalan toplum
29 Ekim 2012Tezkere provokasyonu
4 Ekim 2012Alçaklığın dayanılmaz irtifası..
24 Ağustos 2012Aygün neden kaçırıldı?
13 Ağustos 2012Savaş kışkırtıcılığı suçtur!
23 Temmuz 2012CHP Kurultayı ve Devrimci Cumhuriyet
16 Temmuz 2012Mızrağın ucundaki 'Islam' ve biyopolitiği
12 Haziran 2012'Ceddin deden, neslin baban..'
19 Mayıs 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme -Faşizm yargılıyor
17 Nisan 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme
16 Nisan 2012Bu başbakan kimin başbakanı?
14 Mart 2012Devlet iktidarının yeniden paylaşım savaşı
14 Şubat 2012Dersim, CHP ve Faşizm
29 Aralık 2011Kürt sorununda 'Osmanlı'da oyun çok'
27 Ekim 2011Adını siz koyun..!
8 Ekim 2011“Laiklik kesinlikle ateizm değildir” Öylemi?
27 Eylül 2011